Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi TANPINAR (D. 23 Haziran 1901, İstanbul – Ö. 24 Ocak 1962, İstanbul)

Türk şair, romancı, deneme yazarı, edebiyat tarihçisi, siyasetçi.

BURSA'DA ZAMAN

Bursa'da bir eski cami avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdıyan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar...

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

Eliyor dört yana sakin bir günü.

Bir rüyadan arta kalmanın hüznü

İçinde gülüyor bana derinden.

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden

Ovanın yeşili göğün mavisi

Ve mimarîlerin en ilahisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın

Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.

Güvercin bakışlı sessizlik bile

Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.

Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,

Muradiye, sabrın acı meyvası,

Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,

Türbeler, camiler, eski bahçeler,

Şanlı hikâyesi binlerce erin

Sesi nabzım olmuş hengâmelerin

Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece,

Her şafak onunla uyanır, güler

Gümüş aydınlıkta serviler, güller

Serin hülyasıyla çeşmelerinin.

Başındayım sanki bir mucizenin,

Su sesi ve kanat şakırtılarından

Billûr bir âvize Bursa'da zaman.

Yeşil türbesini gezdik dün akşam,

Duyduk bir musikî gibi zamandan

Çinilere sinmiş Kur'an sesini.

Fetih günlerinin saf neşesini

Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle

Başbaşa uyumak son uykumuzu,

Bu hayâl içinde... Ve ufkumuzu

Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,

Havayı dolduran uhrevî âhenk..

Bir ilâh uykusu olur elbette

Ölüm bu tılsımlı ebediyette,

Belki de rüyâsı bu cetlerin,

Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Bir Türk felsefesi yoktur, fakat bir Türk edebiyatı vardır ve bu edebiyat, duygular, hayaller ve semboller vasıtasıyla Türk milletinin hayat karşısında aldığı tavrı, yani Türk'ün insan, kainat, toplum, din hakkındaki görüşlerini canlı bir şekilde ifade eder. Felsefe, doğuda ve batıda efsanelerin, dinlerin ve edebi eserlerin yorumundan doğmuştur.

Başımızın üstünde bir bulutun

Güneşe asılmış gölgesi,

Uzakta toz halinde dağılan

Yoğurtçu sesi,

Gün bitmeden başladı içimizde

Yarınsız insanların gecesi.

Eğer, bir Türk felsefesi yaratılacaksa, bunun kaynağı, hiç şüphesiz Türk edebiyatı olacaktır. Türkler, edebi eserler vücuda getirmişler ve severek okumuşlardır ama onların derin manaları üzerinde düşünmemişlerdir.

Türkiye'de en basit şekli ile edebiyat tenkidi, Tanzimat'tan sonra başlar. Bunların büyük bir kısmı sövme, övme veya basit dil ve tarih yanlışlıklarının tespitinden ibarettir.

Bugün nişanlansan, yarın evlensen

Benden başka bin bir kişi sevsen

Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen

Bir gün dönersin diye bekleyeceğim

Yahya Kemal, onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı.[1]Celâl Sahir Erozan’ın bir şiir ve hikâye toplamı şeklinde yayımladığı seriden “Altıncı Kitap” da ki “Musul Akşamları”, yayımladığı ilk şiir oldu (Temmuz 1920)[5] Daha sonraki şiirleri Dergâh, Millî Mecmua, Anadolu Mecmuası, Hayat, Görüş, Yeni Türk Mecmuası, Varlık, Kültür Haftası, Ağaç, Oluş, Ülkü, İstanbul, Aile, Yeditepe gibi kültür ve edebiyat dergilerinde yayımlandı. Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh ’ta 1921-1923 arasında 11 şiiri yayımlandı. En tanınmış şiiri olan “Bursa’da Zamanın” ilk hâli “Bursa’da Hülya Saatleri” başlığıyla 1941’de Ülkü mecmuasında yayımlandı. Vefatına yakın zamanda yaptığı bir seçimle "Şiirler" adıyla basılan kitabına otuz yedi şiirini aldı. Bu eser, Tanpınar'ın ilk ve tek şiir kitabıdır. Bu esere alınmasını uygun bulduğu şiirlerin hepsi hece vezniyledir. Vefatından sonra İnci Engin ün tarafından bir araya getirilen ve "Bütün Şiirleri" başlıklı antolojide 74 şiir bulunmaktadır.

Selâm olsun bizden güzel dünyaya

Bahçelerde hâlâ güller açar mı?

Selâm olsun sonsuz güneşe, aya

Işıklar, gölgeler suda oynar mı?

Hepsi güzeldi kar, tipi, fırtına

Günlerin geçişi ardı ardına.

Hasretiz bir kanat şakırtısına

Mavi gökte kuşlar yine uçar mı?

Edebi eserlerin ilmi olarak incelenmesi Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü ile başlar. Köprülü, Türk edebiyatı ile Türk tarihi arasında bağlantılar kurar, Nurullah Ataç, derine inmeyen izlenimci bir tenkitçidir. Kendisi de bir sanatkar olan Ahmet Hamdi Tanpınar (1901 - 1962) Türk edebiyatına yaratıcı bir gözle bakar. Onun başkalarına üstün olan tarafı, tarih ile beraber sosyoloji, psikoloji ve felsefe kültüre de sahip oluşudur

Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir.[10] Hem bu eserde yer alan, hem de diğer edebiyat yazılarında ayrıntılara büyük önem vermiş, edebî şahsiyetler ile metinler hakkındaki şairane üslubunu belgelere dayanan bilimsel bir tarih anlayışıyla harmanlamıştır. Bu eser iki cilt hâlinde düşünülmüş, fakat tamamlanamamıştır. Yayımlanan birinci cilt, Tanzimat’tan başlayıp 1885’e kadar olan dönemi ele almaktadır.

Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan,

Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan,

Dönmeyen gemiler olduk açıktan,

Adımızı soran, arayan var mı?.

O, Türk edebiyatını zengin bir kültüre dayanan bir bakışla yorumlar. Bunu ona ait XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi ile Dr. Zeynep Kerman'ın toplayarak bir araya getirdiği Edebiyat Üzerine Makaleler 'de açık olarak görürüz. Bu makaleler Türk edebiyatı üzerinde yeni yorumlar yapmak isteyenlerin mutlaka okumaları gereken kaynaklardır. Bilhassa üniversite öğrencileri ile serbest düşünceli aydınlar, onlarda ciddi olarak tartışabilecekleri pek çok yeni görüşler bulacaklardır.

Edebiyat üzerine makaleler, dönemin siyasi, toplumsal ve edebi panoramasını vermesi bakımından önemlidir. kitaptaki yazılar edebiyat tarihi açısından olduğu kadar, bahsedilen yazarların sanatları hakkında bilgi verilmesi ve eleştiriye tabi tutulması bakımından da oldukça mühimdir. bütün bunları Ahmet Hamdi Tanpınar'ın zaman zaman oldukça öznel yorumlarıyla okumak ayrı bir zevktir. 

Karışan saatler içinde hâtırana

Bazı sabahlarla ikindiler yan yana,

Değişik gülleri sanki tek bir baharın;

Bâkir hülyasıyla beyaz ve ürkek yarın,

O sükût bahçesi, ufkunda kuş yerine

Hasret kanat çırpar düşünen ellerine...

Hep aynı nağmede çılgın dolaşan yaylar,

Bir yıldız kervanı gibi haftalar, aylar

Hep aynı hayalin peşinde bu yolculuk,

Hep gül yangını ve bahar sıtması ufuk...

YORUM EKLE veya YORUM OKU

Necip Fazıl Kısakürek

BİLMİYORUM…

1920 İstanbul Bahriye mektebi  4.sınıf bütünleme sınav sorusuna Ahmet Necip’in verdiği  ve YOL AYRIMI olan cevap..

Üstat;
Şairlerin sultanı.. Bana bir Hayat'tan bahset..
Ama içinde isyan olmayan isyan liyakatindeki AŞK ve o Aşkın gözyaşlarıyla ıslanmamış bir hayat.
NECİP FAZIL KISAKÜREK ( 1904 – 1983 )
BİLMİYORUM ’la ayrıldı felsefe kokan bir hayatın nefes darlığından. Soluklar değişti. Yenilendi hayat pervanesi. Farklı döndü o gün çarklar. Kıyametin ilk belirtisi.. Oysa demişler di; O yol ayrımı değil diye.. Bırak “SIR” bizde kalsın. Anne duası ile başlamıştı serüven..

Ve ilk mesaj verildi aleme;
- Gözlerim hastane odasının penceresinde
Savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı içimden karar verdim.. Şair olacağım.

Ah anne;
- Ne aldımsa annemden, daha düne kadar yaşayan ve seksenini hayli aşkın olarak ölen, hayatı boyunca masum ve mahzun bu kadından aldığıma inanıyorum..

Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye cumhuriyeti yok oluş ve yeniden varoluş gerçeklerini birebir yaşamış ve bulunduğu dönemin hem sosyal, hem siyasal, hem dini hem de insani  yönlerini çok iyi analiz etmiş bir değer adamı..
Edebiyat alanında yapmış olduğu çalışmalar ile “Şairlerin Sultanı” unvanını almış ve o unvanın geçen zaman içinde “ÜSTAT” boyutuna taşımış bir şahsiyet, bir yüce insan. 

Dönemin neredeyse tabuları olarak bilinen Fransız ve Amerikan kolejlerinde eğitim almış, sağında solunda kendi heyecanına heyecan katan farklı kuleler; Ahmet  Hamdi Aksekili, Yahya Kemal Beyatlı, Hamdullah Suphi Tanrıöver.
Bir tek eksiklik kendisine Yokluğundaki Varlığını keşfettirecek bir koca yürekti. Edebiyat hocalarının hocası, Sırrını ifşa eden ve o küçücük yürekte fırtınalar koparan zamanın şahı münhasırı İbrahim Aşkı..
- Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat, zift dolu gözlerde karanlık kat kat…Yalnız seccademin yününde şefkat; Beni kimsecikler okşamaz madem; Öp beni alnımdan, sen öp seccadem.
Kocaman kocaman kırık bedenlerden kopup edebiyat başşehri olan Paris hikayesine koyulmuş bir yassı perdeli konak. Kondu etrafında saçmalıklar yükü ile “Kaldırım” mahyasına..Birde üzerinde haram kokusu ki. Kumar..
- Kendimi Allah’a en yakın hissettiğim AN, zarı yere bıraktığım AN’dır..
Aşk'tan çıkar edebi sözler..Mekan, zaman fark etmez..Çıktımı yürekten kopan sözcükler, Kalem ne yapsın, Kâğıt ne yapsın..

- O genç şair!! Şehrin kapkara çatıları,esrarlı bacaları ve her an göz kırpan ışıkları ortasında kaybolmuş bir çocuk gibi kimsesiz ve on parasız. Bir duygu seli bu. İçinde akımların koşuştuğu. Sınırlarını edebin çizdiği..
Siyaset, Ekonomi, Sosyoloji, Aile, Toplum, Birey…Hepsinin detaylandırıldığı ve bilineni öğretme mantığının hegomonyalandığı bir etüt projesi. Adı İNSAN.


- İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya!
Bir yanda akan benim öbür yanda Sakarya..
Su iner yokuşlardan hep basamak basamak
Benimse alın yazım yokuşlarda susamak..

Medrese_i  Yusuf derlerdi. Mahpus hali hemhal ile. Geçmek lazım olan bir perde daha. Vira bismillah ile düştü kodes dergahına..

Hiçbir siyasi sloganı bulunmayan, ama hayatının her döneminde mutlaka topluma kendi Hakikatini empoze eden bir bilinç dünyası.Bildiklerini ve bil-e-mediklerini öğrenme irşadını biran olsun bırakmayan; Hayatı; Onun mükemmel bir öğrenci olduğuna şahit tutan bir zihin kürü..

- Ben bir şairim;
Sanata yalnız Allah’ı aramak, O’nun mahrem ülkesi meçhuller aleminin karanlıkları içinde rüyalardan daha zengin fener alayı tertiplemek ve eşyanın takındığı duvakları birer birer kaldırmak gayesini biçtiğim gün, sanki boynumda “mutlak hakikat ”den bir kement sezer gibi oldum. Bu kement beni çekti ve senin önünde durdurdu! 

Nazım Hikmet ne düşünürdü diye akıllara geliyor.. Edebiyatın iki yüzünden biri de Nazım olsa gerek idi. Diğer yan hakkında ne geçerdi içinden.. Bilmem.. Bilemem.. Bildiğim gerçekler var elbet. Necip Fazıl’dan ve Nazım Hikmet’ten olan en büyük gerçek “Oğul Mehmet”..

Sadece şair yönüyle değil; Felsefe idrakinin verdiği şüpheci hali evhamı içinde de olaylara bakış açısını derun kılan ve dahi hece ölçülerinden müstesna, kalemin hakkını veren ve yazıyı ; kelimeleri özen ve muntazaman yerleştirebilen ve edebiyatın Türkçe hakkını layıkıyla öz halinde sergileyen bir ehil..
- İçimdeki beldenin her damında bir sala
Yokluk dipsiz felaket, varlıksa büyük bela..

Şair bu; yazar da yazar. Akar da durmaz sözler. Toplanması lazım gele..
“Senfoni” oldu lamekân halde. Kupkuru bir ağaç, yeşerdi hemencecik. Büyüdü de büyüdü.. O bilinç eseri sonradan “Çile ”ye döndü..Sessiz sedasız..Çile dolu bir hayat..

Kör olanların bile görebileceği bir hakikattir ölüm..”Üstat” sözü cenaze merasiminde verilen nişaneydi  aslında. Şairlerin sultanının ” üstat üstat ” naralarıyla gömülmesi. Oysa o çok alışıktı alkışa, sevgiye ve hoşgörüye. Gitti ama arkasında koskoca bir ordu bıraktı. Büyük bir kitle. Edebiyata aşık olanın yoluna ışık tutan bir rehber.

YORUM EKLE

 

Bumerang - Yazarkafe